Güncelleme Tarihi: 03 Mayıs 2021

Gösterim: 323

Tarih Araştırmaları Topluluğumuz Tarafından “Sözde Ermeni Soykırımı’nın Gerçek Yüzü” Söyleşisi Düzenlendi

 

Moderatörlüğünü Üniversitemiz İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Tarih Bölümü Arş. Gör. Safa Furkan Karacakaya’nın yaptığı söyleşiye konuşmacı olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ramazan Erhan Güllü katıldı.

Söyleşi moderatör Karacakaya’nın “Berlin Anlaşması’yla bu sürecin oluşumu ya da nasıl 24 Nisan’a gelindiği ve daha sonra 24 Nisan'da ne oldu?” sorusu ile başladı.

Soruya ilişkin Güllü, “Ermeni meselesi malum son günlerde sürekli konuşuyoruz. Konuya dair Berlin Anlaşması’nı ele aldığımızda Berlin’den sonra komiteler kuruldu. Silahlı hareketler başladı falan hikâyesine çok girmeye gerek yok. Bu konular çok konuşuldu, anlatıldı. Önce ben bir giriş yapayım. Biden’ın kararını 1915’e tanımlamaktan ziyade 2021 ve sonrası Amerikan politikaları çerçevesinde okumak lazım bana göre. Çünkü öyle bir baskı oluştu. Önceki başkanlar soykırım demiyorlardı onlar soykırım olmadığını düşünüyorlardı. Biden geldi soykırım olduğunu düşünüyor gibi bir algı oluştu. Halbuki öyle bir durum söz konusu değil. Önceki başkanlar da tarihi bir vaka olarak bunu bir soykırım olarak görüyorlardı zaten. Sadece Türkiye ile ilişkilerinde bunu bir çatışma, tartışma haline getirmemek için bu ifadeyi kullanmamayı tercih ediyorlardı. Biden bundan vazgeçti direkt soykırım dedi. Demek ki bunun tarihi tanımla ilgili esas bir sebebi yok, sonrasıyla ilgili bir durum var. Dolayısıyla bu biraz güncel bir meseledir. Niye 24 Nisan? Tehcir kararının alındığı ya da sevk ve iskan kararının alındığı tarih 27 Mayıs’ken niye 24 Nisan bu kadar gündemde? İşte o Çanakkale’deki savaşların başlamasıyla eş zamanlı olarak devletin özellikle komitelere destek verdiğini düşündüğü fikri olarak silahlı hareketleri desteklediğini düşündüğü ve İstanbul’da 235, Anadolu’da biraz daha fazla sayıda Ermeni entelektüeli, siyasetçisi, fikir adamı sayılacak bir topluluğu tutuklamasından kaynaklı olarak ilk olarak tehcir öncesi bir müdahale. Dolayısıyla 24 Nisan Ermeniler nazarında sözde soykırımın başlangıcı olarak değerlendiriliyor. Bu yüzden 24 Nisan sözde soykırım anmalarının bir sembolü haline geldi. Ayrıca aslında sözde soykırım tezlerine baktığımızda sadece 1915 olarak görünmüyor. 1915 sözde soykırımın resmi anlamda fiiliyata döküldüğü bir tarih olarak gözüküyor. Aslında maalesef karşı tarafın tezinin de ne olduğu bilinmiyor. Yani siz niye bu meseleye soykırım dediniz gibi bir tepkiyle karşılık veriyoruz. Bununla beraber kendi eksikliklerimizi görmemiz lazım. Mesela şöyle bir savunma olmaz. Onlar diyor ki 1915’de soykırım yapıldı ve siz diyorsunuz ki efendim bizim kültürümüzde böyle bir şey yok.  Şimdi bu kültür tarih tartışması değil. Karşı tarafa da koz veriyorsunuz aslında. Bu tür savunmalar Türkiye lehine olumsuz oluyor. Bana göre bunun bir siyasi tarih okuması içinde değerlendirilebileceği, Osmanlı Devleti’nin özellikle 19.yy’dan itibaren başta Rusya ve diğer batılı devletler tarafından kıskaca alındığı düşüncesi çerçevesinde kendini koruma refleksiyle özellikle Ermeni komitelerinin kurulmasıyla başlayan silahlı hareketlere sert tepki vermesi bu korkudan kaynaklanıyordu. Osmanlı Devleti Ermeni isyanlarına sert tepki verdi. 1.Dünya Savaşı’ndaki uygulamalara sert tepki verdi. Göç kararını aldı ve milli mücadeleden sonra da bu süreçten geri adım atmayacağını gösterdi. Fakat bu devletin bir Ermeni düşmanlığına sahip olmasından kaynaklanmıyordu. Devlet kendini bir yok olma tehlikesi içerisinde görüyordu. Onun içinde öncelikli olarak başta Rusya ve Batılı devletlerin bir Hristiyan topluluğa destek vererek onlara bir bağımsızlık oluşturacağını ve Anadolu’yu elinden alacağını düşündüğü için ve bundan korktuğu için Ermeni silahlı hareketinin etkilediği her unsuru kendisi için büyük bir tehdit olarak gördü. Savaş sırasındaki göç kararını da bunun için aldı. Olayı bu perspektiften okumak ve tarih anlayışına sahip olmak gerek. Bu şekilde yaptığınızda o yaşanan şeyi anlayabiliyoruz. Karşı tarafta olayları özellikle sonuç üzerinden okuyarak dünya kamuoyuna kabul ettirebildiği için soykırımdır diyebiliyor. Sonuç üzerinden kendine bir denklem belirliyor.” dedi.

“Balkan Savaşları’ndan sonra Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti ihtimali tehcirin sebeplerinden biri midir?” sorusuna ise Güllü, “Balkan Savaşları’ndan sonra devletin psikolojisi şöyle. Daha doğrusu Ermenilerin başlattığı mücadeleden ilk önce Ermenilerin psikolojisi, Ermeniler şöyle düşünüyor. Bu adamlar Balkan Savaşları’yla beraber imparatorluğun bir zamanlar can damarı olarak görülen en önemli mekânları, toprakları kaybettiler. Bunu sineye çektiler. Aynı şey Doğu Anadolu’da niye olmasın? Bağımsız Yunanistan oldu, bağımsız Bulgaristan oldu da niye bağımsız Ermenistan olmasın?  Fakat burada devletin psikolojisi ise devlet Anadolu’yu bir bütün olarak ayakta tutmak azminde.  Yani son sığınak Anadolu. Eğer Anadolu’yu bütün olarak elinde tutamayan bir güç, diğer bölgelere de hakim olamaz. Anadolu’ya Anadolu üzerinde bir hâkimiyetiniz varsa tüm Anadolu’yu kontrolde tutmak zorundasınız. Devlet eğer Doğu Anadolu’da bir yeni bir Bulgaristan’a yeni bir Yunanistan’a izin verirse bu devletin tamamen yok olması anlamına geleceğini düşünür. Bu yüzden Doğu Anadolu’yu kaybetmemek için öncekilerde göstermediği sert tedbirleri gösterdi. Çünkü burada son noktaya vardık endişesi taşıyor. Bu yüzden Balkan Savaşları’nın burada devletin endişelerini tetikleyen önemli bir aşama olduğu bir gerçek.” şeklinde cevap verdi.


Fotoğraflar